Ebeveynlerinden Ayrışamayan Çiftlerin İlişkileri ve Evlilikte Yaşadığı Sorunlar

Bir bireyin, ebeveyninden ayrışamamasını toplumsal normlar ve bireysel dinamiklerin etkilediğini söyleyebiliriz. Bireyler, toplum ve çevreden gördükleri ekseninde ya da bireysel kompleksleri ekseninde kendi ebeveynlerinden olması gerektiği mânâda bağımsızlaşamayıp, eş – aile – ilişki sorunları yaşamaktadırlar. Toplumsal normların en önemli başlığı aile yapısı ve aileden öğrenilenlerken, bireysel dinamiklerin belirleyicisi kritik dönemlerde karşılanmayan arzu ve ihtiyaçlarımızdır.

Toplumsal - Ailevi Nedenler

Aile nedir? Bu kavramın içine dahil etmemiz gereken bireyler kimlerdir? Ve bu iki soru niçin bizim için önemlidir? İçinde bulunduğumuz toplumda, evlilikler ekseninde çıkan önemli sorunların büyük bir kısmını kapsayan sınırları vurgulayan bu 3 soru oldukça kritik anlamlar ihtiva etmektedir. Evlenen ve genel geçer anlamıyla ‘’ aile kuran ‘’ çiftler için çoğu zaman içinden çıkılamayan kargaşalar yaratan sorular. En genel anlamda aile yapılarını geniş aile ve çekirdek aile olarak ikiye ayırabiliriz. Geniş ailelerde eşler ve çocuklar dışında büyük anne ve baba gibi kök aile efradından da bireyler vardır. Çekirdek aile ise yalnızca eşler ya da eşler ve çocuk – çocuklardan oluşur. Günümüzde geniş aile yapılarından çekirdek aile yapılarına doğru geçişin son derece hızlı olduğu ve çekirdek aile yapılarının ilerleyen zamanla birlikte daha sık görüldüğü de önemli bir gerçektir. Tam bu noktada ciddi bir ikilem devreye girmektedir: Benim ‘’ailem’’ kim? Çoğunlukla çiftlerden kendi içine doğdukları ve yetiştikleri kök ailelerinden bahsederken yalnızca ‘’ailem’’ dediklerine şahit oluyoruz. Öyle ki, bu durum artık kendi eşi ve çocuğunu ailem dediği kavramdan ayrı tutmalarına bile neden olabiliyor.

Başlangıçta aile olarak içine doğduğumuz ve içinde yetiştiğimiz küçük sosyal grubu tanımlıyoruz. Genel olarak bir anne, bir baba ve varsa kardeş ya da kardeşlerden oluşan küçük bir grup. Elbette burada bahsettiğimiz şey bir genelleme. Çeşitli nedenlerle tek ebeveyn ile yetişen ya da ebeveynsiz yetişen ya da anne – baba dışındaki akrabalarca yetiştirilen insanlarda farklı aile yapılarından ve algısından bahsetmek mümkün. Bizim bu yazıda değineceğimiz husus ebeveynleri ile yetişen bireyler baz alınarak inşaa edilecek. Geleneksel aile yapımız göz önüne alındığında akrabalık bağlarının güçlü oluşu ve özellikle 1.düzey büyük akrabaların ( anne ve baba ) kişi evlendikten sonra bile ebeveynlik rollerini evli birey ve eşi üzerinde sürdürme eğiliminde oluşu dikkat çekmektedir. Büyük ebeveynler çift ile ilgili hususlarda karar almaya devam etmekte, sorunlarına müdahil olmakta ve çiftin ilişki sınırlarına çok da saygılı davranmamaktadır. Birçok klinik gözlemde de ortaya çıktığı üzere, bireyler kendi kök ailelerinde gözlemlediği aile içi yapıları aynen sonraki kuşaklara aktarma eğilimindedir. Kendi anne ve babalarımızdan gördüğümüz modelleri uygulama eğiliminde oluyoruz. Yani evlilik ilişkilerimizin içinde olan anne ve babamız, büyük olasılıkla kendi anne ve babalarının dahil olduğu bir ilişki sürdürmüştü. Ve eğer farkına varmayıp sürdürme eğiliminde olursak, kendi çocuklarımız için onların sınır koyma noktasında çabaladığı ebeveynler olabiliriz.

Yukarıda belirtilenlerle birlikte yine kolektivist bir kültür olmanın da etkileri ile ‘’sınır’’ kavramı bizim için olması gerekenden daha soğuk ve tatsız algılanmaktadır. Eş ilişkilerimizi daha sağlıklı yürütmek adına kök aile fertlerine karşı çekeceğimiz sınırlar, çoğu zaman hem biz hem de karşımızdaki büyük ebeveynlerce kırıcı olarak algılanmaktadır. Doğal olarak kimse – genelde – ebeveynlerini ya da saygı duyduğu akrabalarını kırmak istemez. Nihayetinde iki kişi yaşanması gereken evlilik – eş ilişkisi adeta grup bilinciyle yaşanır…

Evlilik ile ilgili bilinmesi gerekenlerden basit bir tanesi de, aslında evlenen kişilerin temelde ailelerini değiştirdikleridir. Evet, bu cümle ilk etapta okurken garip bir his yaratsa da aslında mutlu bir evlilikten beklenilen sınırların vurgulandığı önemli bir ölçüttür kök aile ve çekirdek aile ayrımı. İki insanın bir arada bir hayat yolculuğu yürütmesi bile karşılıklı anlayış, sorumluluk, saygı ve özen bekler. Ve tüm bu kriterler karşılandığı takdirde duygusal anlamda oldukça besleyici bir birliktelik sağlanabilir. Ancak tüm bu kriterlerin sağlanabilmesi için karşılıklı olarak uğraşı ve emek gerekmektedir. Evlilikler, doğası gereği ekip işidir ve karşılıklı çabaya ihtiyaç duyar. Bu çaba yıpratıcı değil, insanın yaşamına anlam katan bir bağlamda değerlendirilmelidir. Evliliği, yeteri kadar sınır yaratmadan yaşamaya çalıştığımız takdirde, kendi anne ve babalarımız bizim için zorlayıcı faktörler haline gelmektedir. Kimi zaman iyi kimi zaman – evet, maalesef – art niyetli olarak ilişkimizi sabote edebilmektedirler.

Bireysel Dinamikler

Özellikle yaşamımızın kabaca ilk 12 yıllık sürecinde, içine doğduğumuz ve yetiştiğimiz ailemiz ile kurduğumuz bağlar çok büyük önem taşımaktadır. İlk 6 yaş ve sonrasında da ergenlik dönemi başlangıcına kadar hayata ve kendimize dair ‘’temel’’ fikirlerimiz büyük oranda oturmuştur. Sevme – sevilme, saygı görme, önemli olduğunu hissetme, kendine ve dünyaya güvenebilme ve daha birçok faktör temellerini bu dönemde oluşturur. Buradaki en önemli kriter de, yani kendimize ve hayata dair temel fikirlerimizi yaratan baş aktörler de bakım verenler ( anne ve babamız ) ve onlarla kurduğumuz ilişki biçimidir. Ve tabii bunun yanında anne ve babamızın birbiri ile ilişkisi de son derece önemlidir.

Bahsi geçen bu kritik dönemlerde anne ve babamızdan sevgi, güven ve özsaygı gibi ihtiyaçlarımızı karşılayıp özerkleşme ve bağımsızlaşmaya doğru ilerlememiz gerekmektedir. Birey olmak, ebeveynlerimizin bize kattıklarının yanında inisiyatif de alabilmek demektir. Peki ya annemizle göbek bağımızı doğunca kesmelerine rağmen doğumunun ardından geçen 30 yıla rağmen göbek bağını kesmemiş erkek ve kadınlarla karşılaşmamız mümkünse?

Ebeveynlerimiz, çoğunlukla yaşadıkları ve üzerlerinde kompleks olarak varlığını sürdüren kendi boşlukları, giderilmemiş ihtiyaçları ve karşılanmamış arzuları ile bize anne – babalık yaparlar. Bu durum, zaman zaman – hatta belki çoğunlukla – kendi komplekslerini çözümlemek için çocuklarını kullanmaya doğru ilerlemektedir. Çeşitli örneklerle açıklayalım:

İlk çocukluk döneminde 5 çocuklu bir ailede yetişmiş, kendisi üçüncü çocuk olan, 3 kız kardeşi 1 erkek ( en küçük ) kardeşi olan bir kadın düşünelim, adı da Ayşe olsun. Son derece ataerkil bir aile yapısına sahip olduğunu, erkek çocukların kıymet görüp kız çocukların genelde yok sayıldığını, anne ve babası tarafından sık sık azarlandığını, sevilip okşanmadığını, özel hissettirilmediği de ekleyelim. Kendisi ortaokuldan sonra okumamış, 18 yaşında kendisine danışılmadan evlendirilmiş olsun. Zihninizde canlanan acımayı ve baskın hüzün duygusunu tahmin etmek zor değil.

Ayşe’nin evlendikten sonra bir oğlu ve bir kızı olmuş olsun. Sizce Ayşe, eğer komplekslerinin farkında olup olgun bir birey olarak yaşamak için çabalamaz da çocukluk dönemi eksikliklerini bugünki yaşamına yansıtırsa ne olur? En güçlü kanallardan ve aktarım kaynaklarından biri çocukları ve onların evlilikleri elbette… Ayşe öncelikle bir erkek çocuk doğurduğu için, kendisi erkek olmasa da bir erkek dünyaya getirebildiği için oğlu kaynaklı olarak kendisine bir değerlilik pâyesi biçecek. Yalnız bu değer, kaynağını kendisinden değil de bir başkasından – oğlu bile olsa – aldığı için sağlıksız olacak ve çevresinde sürekli olarak oğlunu aratacak Ayşe’nin. Onunla birlikteyken anlamlı, önemli; ondan ayrı bir hiç. Ayşe, oğlu evleneceği zaman onu başka bir kadına kaybetmiş gibi hissedecek ve bu onun için bir yıkım olacak. Evliliğin olması gereken ve doğal bir süreç olduğunu kısıtlı olarak mantığı kabul etse de duyguları elinden geldiğince bu evlilikten ve gelininden negatif alarmlar verecek. Evliliğe müdahil olma, oğlunu gelininden kıskanma, evlilik öncesi bağı sürdürmek hatta daha güçlü hale getirmek isteği… tüm bunlarla birlikte eğer Ayşe’nin oğlu gerekli sınırı, annesini kırmak pahasına, koymazsa evliliğinde eşinin kocası ve erkek rolünü değil annesinin oğlu rolünü oynamaya devam edecek. Hatta belki eşinden de annesinin kendisine karşı olan tavır ve tutumlarını bekleyecek, beklentilerini göremeyince hayal kırıklığına uğrayacak. Yetişkin bir birey olarak karşılıklı ilişki ve iletişim içinde olmak yerine zihninde onunla bağımlı olan bir anne figürü taşıyor olacak, partnerinden anne esintileri bekleyecek, onu bir dişi ya da kadın olarak değil bir anne olarak benimseyecek… bu bağlamda hem ilişki iki kişilik olmaktan çıkmış olacak hem de Ayşe’nin oğlu, ‘’Ayşe’nin oğlu’’ olarak kalmaya devam edecek, bir erkek ve partner olamayacaktır…

Ayşe’nin kızı peki? Eğer annesi de onu kendi yetiştirdiği bağlamda büyütmüşse sadece kadın olduğu için bile değersiz, yetersiz, kıymetsiz olacak… kendisine verdiği değer ekseninde bir partner bulacak. Ona olması gerektiği gibi hissettiren; aşağılayan, değersiz gören, önemsiz hissettiren bir partner. Onunla olan evliliği yine yalnızca partnerinin değerli oluşu odaklı olması bizim için çok da şaşırtıcı olamasa gerek… Ayşe’nin kızı, annesini her zaman kendisiyle taşıyacak ve her zaman değersiz bir annenin kızı olarak ve bir kadın olarak değersiz kalacak… eşi ile kendi istediği eksende, bir birey olarak aynı düzeyde olamayacak.

Ayşe’nin eşini, yani çocukların babasını bu bağlamda tamamen es geçmek doğru olmayacağı için küçük birer senaryo da onun için çıkaralım ve adına Ahmet diyelim:

Ahmet, sert ve erkeksi kişiliği nedeni ile sürekli eşine ve çocuklarına bağıran bir adam olsun. Bundan oğlu da elbette nasipleniyor. Erkek çocuk olduğu için çok sevilse de birey oluşu saygı görmüyor, tüm kararları ve faaliyetleri babası tarafından karara bağlanıyor, tüm davranış ve uygulamaları da babası tarafından sık sık müdahaleye uğruyor… Bu senaryoda muhtemel bir şey var ki o da Ahmet’in oğlunun, evlenirken bile doğru mu evleniyorum diye defalarca düşüneceği… evliliği süresince de farkına varıp müdahale etmediği sürece bireysel olarak inisiyatif alması onun için dünyanın en zor şeyi olacaktır sanırım…

Kızı da, tıpkı kardeşi gibi, belki daha fazla, özgüven bağlamında yaralı bir kadın olacaktır. Evli bir birey değil, kocasının sürekli ağzına bakan ve en doğrusunu onun bileceğine inanan bir eş olacağı kuvvetle muhtemel…

Şimdi tüm bunları bir arada düşününce sizce Ahmet ve Ayşe’nin çocukları, nasıl birer büyük ebeveyn olurdu? Evet, göbek bağlarını koparmadıkları sürece yukarıda sadece küçük parçalar halinde özetlediğimiz örüntüyü devam ettirecekleri muhakkak. Kendi evliliklerini değil, iki kişilik bir ilişki değil; baştan aşağı sorunlardan oluşan kalabalık birliktelikleri içerisinde yorulup yıpranacaklar. Bunun için bilhassa evli çiftlerin öz farkındalıklarının yüksek oluşu ve ilişkileri odaklı karşılıklı sık paylaşım içerisinde oluşu son derece önemlidir. Çiftler, kendileri gibi değil de ‘’boşlukları ve zorunlulukları’’ odaklı davranışlarda bulunduğunu fark ettiklerinde destek almaktan çekinmemelidir.